Bambaşka Bir 19 Mayıs

Bambaşka Bir 19 Mayıs
Cengiz Yozbatıran
Çok sıkıntımız var değil mi? Ne yapacağımızı bilmiyoruz. Elimizde olanlar bize yetmiyor; hatta bazen az bile geliyor. Eskisi gibi olamıyoruz. Küçük şeylerden mutlu olamıyoruz. Hep bir şeylerin eksik olduğunu hissediyoruz. Çok şanssız olduğumuzu hissediyoruz sık sık, çok şanssız. Her şeyin bizim başımıza geldiğini düşünüyoruz. Hayatın bize karşı çok acımasız olduğuna inanıyoruz.
Bugün On Dokuz Mayıstı. Van, Bahçesaray’da iki köy okuluna kütüphane kurmaya ve çocuklara bayram armağanlarını vermeye gittik: İmamlı İlkokulu ve Özbeyli İlkokulu. Bahçesaray Van’dan bir buçuk saat uzaklıkta, İmamlı köyü de bir saat. İki köy arası araçla yarım saat. Resmi kayıtlarda mezra ama ben köy diyorum. Köyler dağların arasında; her birinde yirmi, yirmi beş ev var. Sorduk öğretmenlere “nasıl yaşanıyor burada” diye. “Hocam,” dediler, “sadece iki üç ay yollar açıkken Bahçesaray’a gelebiliyor insanlar. Onun dışında hep kar yağışı olduğundan gelemiyorlar ve erzaklarının hepsini yazdan hazırlıyorlar; dokuz on ay o erzakla geçiniyorlar. Çocukların çoğu henüz Bahçesaray’ı bile görmediler. Geçenlerde biz bir etkinlik yaptık öyle götürdük çocukları Bahçesaray’a.”
Bahçesaray’ın nüfusu yaklaşık on beş bin. Oradaki çocuklar henüz Van’ı dahi görmemişler. Çocuklara sorduk “İstanbul’u biliyor musunuz?” Hiç cevap yok. Hiçbirinin İstanbul ile ilgili bir bilgisi yok. İmamlı İlkokulu’nun otuz sekiz, Özbeyli İlkokulu’nun 41 öğrencisi var. Çocukların ortaokul için Bahçesaray’daki yatılı ortaokula gitmeleri gerekiyor. Özbeyli köyünde ortaokula giden sadece bir kız öğrenci var. Diğer çocukları aileleri göndermiyorlarmış ortaokula.
Hiç yanımızdan ayıramadığımız çocuklarımız ve kardeşlerimiz var bizim; tırnağına taş değse yüreğimizin parçalandığı çocuklar. Gece üstü açıldığında üstünü örtmek için uyuyamadığımız çocuklarımız, kardeşlerimiz var bizim. Bir an yanımızdan ayırmadığımız çocuklarımız. Hafif ateşi çıktığında hastane hastane dolaştırdığımız çocuklarımız, kardeşlerimiz var. Bu köylerdeki çocukların ise okuyabilmek için, ortaokula gitmek için on yaşında ailelerinden ayrılıp yatılı okula gitmeleri lazım. On dört yaşında yatılı okula gittiğim için bunu en iyi anlayan insanlardan biriyimdir. Hastane yok köylerde. Kış vakti çocuklar hastalansa hastaneye gidemiyorlar çünkü yollar kapalı. Yollar açık olsa bile en kısa sürede hastaneye gitmeleri için iki buçuk saat yol gitmeleri gerekiyor; tabi araç bulabilirlerse.

Çok şanssızız değil mi? Hayat bizim için çok zor değil mi? Bugün çocukların bir kısmı geldi okula, bir kısmı ise gelmedi. Diğer çocuklar nerede olduklarını ve niçin gelmediklerini sorduğumuzda onların dağa uçkun toplamaya gittiklerini öğrendik. Uçkuna “Van muzu” diyorlar burada. Dokuz, on yaşındaki bu çocuklar tırnağına taş değmesine dayanamadığımız çocuklarımız, kardeşlerimiz gibiler.
İmamlı köyüne gittiğimizde çocuklar köyün girişinde karşıladılar bizi. Kapı açılıp balonları görünce çok mutlu oldular; en azından gözlerinden anlayabiliyorduk biz bunları. Sınıfa çağırdık tüm çocukları ve hepsi için ayarladığımız hediyeleri hep birlikte dağıtmaya başladık. Ayakkabılarını giydiriyorduk, hepsinin ayaklarında lastik ayakkabılar. Ayakkabılarını çıkarttıklarında ayakları lastik ayakkabı içinde terlemiş, çorapları yırtılmış. Kimisinin ayakkabısı yırtılmış, çorapları çamur içinde kalmış. Ama diyemiyorlar ki kimseye bir şey. Hiç şikâyet etmiyorlar hallerinden. Giydiler ayakkabılarını, hepsinin yüzünde kocaman gülümseme. Sıkı sıkı sarıldılar bize; eşofman takımlarının, kırtasiye malzemelerinin, boyama kitaplarının olduğu poşetlerini alıp oturdular yerlerine. Bir ayakkabı artmıştı; bunda bir terslik vardı. Biz tam sınıf mevcuduna göre hazırlamıştık paketleri; yani hiç bir ayakkabının artmaması gerekiyordu. Çocuklara “aranızda ayakkabısını almayan var mı” diye sorduk. Hiç cevap yok herkes “aldık” diyor. O sırada Dindar geldi çekinerek Uğur Böceği Derya Coruk’un kulağına dedi ki “Benim ayakkabım yok; vermediniz bana ayakkabı.’’ Ona da verdik ayakkabısını. Dindar’ın hoşgörüsü lazım bize. Hepimize onun saygısı, onun mahcupluğu lazım. Keşke hepimizin hayatı onun mahcubiyeti kadar samimi olabilse; hiçbir sıkıntımız kalmaz o zaman, hiç problem yaşamayız ülkemizde.

Çocuklara hediyelerini verdikten sonra Derya ile birlikte bir de Kendi Hayatınızın Lideri Olun semineri verdik. Yurt sevgisini anlatırken sorduk “seviyor musunuz köyünüzü, yaşamınızı” diye. “Eveeet’’ dediler hep bir ağızdan. Ne bir şikâyet vardı, ne de bir isyan. Hepimizin unuttuğu bir şeyi o kadar güzel yapıyorlardı ki: küçük şeylerden mutlu olmak, en önemlisi de gülümsemek. Seminer bitince okuldan ayrılma vakti geldi. Önce çocuklar çıktı okuldan, ardından biz. O sırada hepimizin gözünü yaşartan bir olayla karşılaştık. Çocuklardan biri okuldan çıktığı an ayakkabılarını çıkardı ayağından ve çoraplarıyla yürümeye başladı, ayakkabısı tozlanmasın diyeymiş. Hayatımızdaki her şeye göstermemiz gereken özeni tek bir hareketiyle öğretmişti bize.
Sonra Özbeyli köyüne doğru hareket ettik. Yolda bir saat boyunca oradaki çocuklar için de balonlarımızı şişirdik ve hazırladık. Özbeyli İlkokulu’nda sınıfa çocukların gelmesini bekledik. Gelen çocuklara bir bir dağıttık balonlarını, muhabbet ettik onlarla. Uğur Böceği Derya Coruk ile birlikte Kendi Hayatınızın Lideri Olun seminerini verdik; ama nasıl pür dikkat dinliyorlar bizi anlatamam. Başka hiçbir şeyle ilgilenmeden sadece gözlerimizin içine bakıyorlar. Hepsi de pırıl pırıl, tertemiz çocuklar. Çağırdık çocukları tek tek dağıttık ayakkabılarını, eşofman takımlarını, kırtasiye malzemelerini, boyama kitaplarını. Hepsine tek tek sorduk “beğendiniz mi ayakkabılarınızı” diye. “Çok beğendik” dediler. “Sevdiniz mi hediyelerinizi” diye sorduk; “çok sevdik” dediler. Bir alışveriş merkezine gidip beğenmekte çok zorlandığımız, çoğu zaman da beğenmeyip çıktığımız ayakkabılar geldi aklıma. Bir de evimizde üç dört çift ayakkabımız ve dolap dolusu elbisemiz olmasına rağmen “giyeceğim hiçbir şey yok” dediğimizi düşündüm.
Bir kız geldi karşıma; dokuz yaşında henüz. Ayakkabısının birini çıkarttı yeni ayakkabılarını giymek için. Ayakları ve çorabı lastik ayakkabısı yırtık olduğundan çamur içinde kalmış ve sırılsıklam. Çorabının birinin üç parmağı yırtık; parmakları dışarda. Ayakkabısının bir tekini giydirdim. Diğer ayakkabısını da giydirmeden önce o ayakkabısını çıkarırken ben de içimden dua ediyorum “Allah’ım ne olur bu çorabı da yırtık olmasın” diye. Çıkardı ayakkabısını; çorabının tüm parmakları yırtık. Gözlerim doldu ama ağlayamadım. Ağlayamam ki. Nasıl ağlayayım? Sadece gözlerine baktım diğer ayakkabısını da giydirdikten sonra. Gözleri sevinçten, mutluluktan parlıyor. Kocaman sarıldı bana. İşte ben o sarılmanın sıcaklığını ömrüm boyunca başka hiçbir yerde hissetmedim. Paketlerin dağıtımı bittikten sonra Nazdar geldi yanımıza. Hepimize teşekkür edip tek tek sarıldı.

Çok farklıydı bugün çok. Hayatımızı sorguladığımız, elimizdekilerin değerini anladığımız ve çok şanslı olduğumuzu anladığımız bir gündü. Bizler sizlere yurtseverlik, hoş görü, girişimcilik, iş kalitesi ve dürüstlükten söz ederken sizden samimiyet ve mahcubiyeti öğrendik. Samimiyeti, sevgiyi, konuşmadan çok şey anlatılabileceğini, gözlerin çok şey anlattığını öğrendiğimiz bir gündü. Bugün bir şey daha öğretti bize: Bu dünyada hala çok iyi insanlar var ve bu dünya onların sayesinde dönüyor. Bu insanlar kimler mi? Bugün burada olmamıza destek sağlayan, o çocukların yüzündeki gülümsemeyi oluşturan başta Özgür Abla ve Mehmet Abi, Damla, Gamze, Mine, Derya, Akif ve destek yollayan herkes… Emeği geçen herkes sağ olun, var olun. Özellikle de yaşları çok küçük olmasına rağmen bize çok büyük dersler veren bize yardım eden kardeşlerimiz çok çok sağ olun, var olun her şey için. Bu hafta sürekli buradaki fotoğrafları paylaşacağım. Herkese ulaşabilsin, en azından birimize dokunabilsin diye. Aslında ne kadar şanslı olduğumuzu hiç unutmayalım diye…

Cengiz Yozbatıran
Uğur Böceği

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir